1 Mayıs 2016 Pazar

Şimdiki Zamanın Hikayesi



Şimdiki zaman, şu an içinde bulunduğumuz ama biraz da ihmal ettiğimiz, tam olarak yaşayamadığımız zaman. Peki nasıl ve neden ihmal ediyoruz bu zamanı? 


 Son yıllarda, bildiğiniz gibi teknolojik cihazlar hepimizin aslında fiziksel olarak bulunduğu yerlerde zihinsel olarak bulunmasını engelliyor. 


Çocuğunuz sizinle oyun oynamak istiyor siz oyun oynarmış gibi yaparken bir yandan twitter ı takip ediyorsunuz. Yemek yerken yine tv ekranı açık ve midenize giden şey hakkında hiçbir fikriniz yok. Bugün hepimiz bir kafeye gittiğimizde önce arkadaşımızla fotoğraf çekiliyoruz,  mekanda check-in yapıyoruz sonra da her 5 dakikada bir kim beğenmiş kim yorum yapmış diye kontrol ediyoruz. Oysa anı yaşamak, o an orada olup arkadaşımızı gerçekten dinlememiz. Anı yaşamamıza engel olan başka bir neden de geçmişte yaşananlarla ilgili ‘‘Keşke yapmasaydım’’, ‘‘O kararı almamalıydım’’, ‘‘Neden öyle söyledim ki?’’, ‘‘O şekilde davranmasına nasıl müsaade ettim?’’ şeklinde düşüncelerle kendimizi suçlamak, yine gelecekte yaşanacaklarla ilgili ‘‘Ya olursa?’’, ’’Ya ilişkim biterse?’’, ’‘Ya işler yolunda gitmezse?’’ şeklinde düşüncelerle endişe duymak.

 Peki geçmişimizi hiç mi düşünmeyeceğiz? Elbette düşüneceğiz. Geçmişten ders çıkarıp geleceğimizi planlayacağız ama bu planı uygularken şu anı yaşamayı da ihmal etmeyeceğiz. Bir de farkında olmadan yaptığımız şeyler var. Kitap okurken bir sayfayı okuyoruz, sayfayı çevirdiğimizde önceki sayfada ne yazdığını hatırlayamıyoruz. Bazen öyle anlar oluyor ki düşüncelerimizde kayboluyoruz. Bazen de çok iyi bildiğimizi düşündüğümüz şeylere dikkatimizi vermiyoruz. Sabah okula veya işe gittiğimiz yollara dikkat etmiyoruz. Çevremizde neler olduğunu hatırlayamıyoruz. Oysa ki oralardan yüzlerce kez geçiyoruz. Ama dünyaya taze gözlerle bakarsak, o yoldan her geçişte birçok farklılığın, değişikliğin olduğunu görebiliriz.

 Bir de birçoğumuzun küçük yaşlardan itibaren öğrendiği, içinde bulunduğu anı ertelemek. “Hele bir şu sınavı kazanayım, bir askere gidip geleyim, şu işe bir gireyim, önce bir evleneyim…” gibi sonu gelmez beklentiler.


  İnsanların en mutsuz oldukları anlarla ilgili bir araştırma yapılmış ve bu araştırmaya göre insanların en az mutlu oldukları vakitler dinlenirken, çalışırken veya evde bilgisayar başında geçirilen saatler. İnsanlar vakitlerinin neredeyse yarısını meşgul oldukları işten farklı şeyler düşünerek geçiriyor. Araştırmacılara göre bu durum kişinin mutlu olup olmamasının önemli bir göstergesi. İnsanlar uyanık oldukları vakitlerinin %46,9'unu yaptıkları şeylerin dışında bir şeyler düşünerek geçiriyorlar. Ve tipik olarak bu dalıp gitmeler onları mutsuz kılıyor.
  

Simyacıda anlatılan hikâyelerden birinde, genç bir adam yaşlı kralın sarayına gider. Kral gencin eline, içinde sıvı yağ bulunan bir kaşık verir ve bu yağı dökmeden sarayını dolaşmasını ister. Genç, yağı dökmeden sarayı dolaşıp gelir. Kral gence; “Salondaki acem halılarımı gördün mü?” diye sorar. Genç görmediğini söyler. Kral, bahçesini görüp görmediğini sorar. Genç görmediğini söyler. Kral, değerli kütüphanesini görüp görmediğini sorar. Genç yine görmediğini söyler. Bunun üzerine kral, gencin sarayı ikinci kez dolaşmasını, ancak bütün bunlara bakmasını söyler. Genç, sarayı dolaşıp gelir. Her şeyi görmüştür ancak kaşıktaki yağı da dökülmüştür. Kral gence “Yaşamın gizi, kaşıktaki birkaç damla yağı dökmeden dünyaya bakabilmektir” şeklinde öğüt verir.

Kaşıklarımızdaki birkaç damla yağ; görevlerimizi, çevremize karşı sorumluluklarımızı sembolize ediyor. Bu hikayeden yola çıkarak insanları üç gruba ayırabiliriz: Birinci grubu, kaşıktaki yağı dökmeyen, ancak dünyadan da nasibini almayan insanlar oluşturuyor. İkinci grup, anlık hazlar peşinde koşup, yağı ve kaşığı kaybedenlerden oluşuyor. Üçüncü grubu ise, Simyacıda önerilen türde yaşayanlar oluşturuyor. İsteyen herkes üçüncü gruba girebilir. Kendimizi eğitirsek, kaşıktaki yağı dökmeden dünyaya ve bu arada kendimize bakmayı öğrenebiliriz.


Unutmayın yaşamda her şeyi biriktirebilirsiniz ama zamanı biriktiremezsiniz, yaşanmadan ertelenmiş günleri ileride yaşama ihtimaliniz hiç olmayacaktır. Çünkü yaşamda geçen saniyeleriniz asla tekrarlanmayacaktır. O halde esas maharet yaşamımızı oluşturan, o tekrarı mümkün olmayan, eşsiz saniyelerin hakkını vererek yaşamaya çalışmakta. Peki bunu nasıl yapabilliriz? Önce aldığımız nefesten başlayarak ciğerlerimizi dolduran havayı hissedelim. Yediğimiz yemeğin, içtiğimiz içeceğin tadına varalım. Çiçeğin kokusunu içimize çekelim. Sevdiğimize sarılıp onun sıcaklığını hissedelim. Kafamızı telefondan kaldırıp arkadaşımızın gözlerinin içine bakarak onu dinleyelim. Ailemizle keyifli vakit geçirip her anını dolu dolu yaşayalım.



Son olarak söylemek istediğim MUTLULUK NE GEÇMİŞ, NE GELECEK, NE DE BAŞKA BİR YERDE. MUTLULUK ŞU ANDA. ONU ÇOK UZAKLARDA ARAMAYIN…
 




YAZAR: Kübra UYSAL
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder