22 Aralık 2016 Perşembe

ERGENLER VE YALAN




Yalan nedir? Yalan söyleme, gerçek olmayan duygu veya düşüncelerin sanki varmışçasına anlatılması yahut var olan bir durumun yokmuşçasına gizlenmesi şeklinde açıklanabilir. 

Aslında yalanı hepimiz çok iyi biliyoruz bu hepimizin hayatında belli dönemlerde yaptığı bir şey. Yalan biz gerçekleri görmeye hazır olmadığımız için kullandığımız bir kaçış yolu, kendimize olan özgüvenimizin yetersiz olmasının yol açtığı bir etmen. Asıl soru yalanın ne olduğu değil neden yalan söylediğimiz...

Neden yalan söyleriz? Yalan gerçeklerin saklandığı bir perdedir ve asıl nedeni saklamak için kullanılır. Her yalanın altında gizlenmiş bir duygu vardır ve gerçek nedene inilmezse asla tam çözüme kavuşturulamaz. Yalan genelde büyük bir problemin görünen yüzüdür. Bu problem anne-babanın korku, kızgınlık ya da kaygı duyacağı ciddi bir mesele olabilir. Ergenler bazen de dikkat çekmek, cezadan kurtulmak ya da başkalarını etkilemek için yalan söyler. İnsanların yalan söylemelerinin temelde karmaşık duygusal yönleri vardır fakat davranış bozukluğuna dönüştükten sonra keyfi çıkar içinde uygulanabilir. İkinci durum hem kendisi hem de başkaları için çok tehlikelidir ve yardım alınması gerekir.

Aslında yalan çocukken başlar. Hayalle yalanı ayırt edemeyen çocuk hayal dünyasındaki her figürü bu şekilde aktarmaya çalışır. Fakat ailelerin tutum ve yaklaşımlarıyla bu problem ya aşılır ya da çözümsüz bir hal alır. Çocukluk döneminde başvurulan yalanlar çocuğun daha çok kendini koruduğu bir liman gibidir. Nasıl bir cezayla karşılaşacağından emin olamadığı zaman yalana başvurur. Hata yaptığını fark ettiği zaman dayakla karşılaşma kaygısı yalan davranışının devam etmesini sağlar.

Ergenlik dönemine girildiği zaman ise ailenin tutum ve davranışları artık çocuk tarafından öğrenilmiştir. Ailenin tavırlarını içselleştirdiği için onlara karşı kendini ortaya koyma davranışı olarak özgürleşme çabası içindedir. Özgürleşme ve bağımsızlık istekleri aile tarafından reddedildiği zaman kendini yetersiz gördüğü durumlarda yalan bir kalkan görevini görür. Yalanı en çok ergenler başarısız kaldıkları durumlarda kullanırlar.

Yalan söyleme davranışı genel itibariyle baskı altındaki bireyin, ağır cezadan kurtulmak için durumları çarpıtma yoluna başvurmasıyla ortaya çıkar. Bu nedenle çocuk eğitiminde ağır cezalar, çocuğu ceza konusunu oluşturan ve suçlandığı davranışı devam ettirmeye sevk edebileceği gibi bambaşka hatalar işlemesine de yol açabilir.

 Yalan söyleme davranışının bir sebebi, çocuğun ebeveynlerine karşı “güven” duymamasıdır. Onların beklentilerini karşılayamadığını düşünüyor, cezalandırılmaktan korkuyor olabilir. Yahut çocuğun davranışlarının büyük bir kısmına müdahale ediliyor ve bu yolla özgürlük alanı iyiden iyiye daraltılıyor ise çocuk hata yapmaktan veya küçük düşmekten korkar hale gelerek yine yalana başvurabilir. 

Çocukları yalana teşvik etmemek için, onları köşeye sıkıştırıp itirafa zorlamamak gerekir. Kendini dört bir yandan kuşatılmış hisseden çocuk için baskının doğal sonucu yalana başvurmaktır. Bir başka tutum yanlışlığı ise cezalandırılmayacağı vaadiyle doğru söyletilen çocuğu itiraf ettirdikten sonra cezalandırmak veya azarlamaktır. Bahsi açılmışken belirtmek gerekir ki cezalandırmak, her zaman şiddete başvurmak veya bir takım kısıtlamalara maruz bırakmak anlamına gelmeyebilir. Diğer çocuklarla sürekli kıyaslama, kendini savunmasına izin vermeme, çocuğu devamlı suçlama da bir nevi cezalandırma yöntemidir.

 Aileler çocuklarının olumsuz davranışlarına eğilmekten kendilerini değerlendirmeyi unutmuş ya da es geçmiş olabilirler. Ergenlik çağındaki bir gencin kendini olmasa da ebeveynlerini çok iyi tanıdığı göz önünde bulundurulmalı ve anne-babalar da kendilerini değerlendirmekten geri durmamalıdır.
Ailenin çocuğa sadece yalan söylemenin kötü bir şey olduğunu söylemesi yeterli değildir. Yalan davranışın ortaya çıkardığı sonuçları ergenle birlikte karşılıklı konuşarak çözümlemek gerekir. Onu yalan söylemeye iten sebepleri bulup ortaya çıkarmak çözümü de kolaylaştıracaktır.

Bu yazıyı okuyan herkese iki kelimelik küçük görünen fakat büyük önem arz eden bir önerim var: Karşılıklı sevgi ve güven birçok sorunu oluşmadan yok eder. Lütfen elinizden geldiğince bu ortamı oluşturmaya çalışın bunlardan sadece biriyle mesela sevgiyle bu iş yinede olmaz mı diyenleri duyar gibiyim. Ne yazık ki olmuyor. Mesela her anne baba çocuğunu sever fakat bu sevgiyle birlikte ona güvendiklerini göstermez ona bunu hissettirmezse sevgi taşlarının karşılıklı inşa edilmediğini fark ederler. Çünkü çocuk ailesine güven duymuyordur onları ne kadar çok sevse de yeri geldiğinde onlara yalanda söyler bir şeylerde saklar…


Son olarak şu sözle yazıyı bitiriyorum:
“Bir yalan dört doğruyu götürür; İyilik, güven, sadakat, huzur…”




                                                                                              YAZAR: Muhammet KAZANCI

1 Ekim 2016 Cumartesi

Kitap İncelemesi: Aşkın Celladı ve Diğer Psikoterapi Öyküleri



Kitabın yazarı Irvin D. Yalom daha çok varoluşçu kuramdan etkilenmiştir. Fakat yazılarında diğer kuramlardan da izler bulabilirsiniz. Yalom’un kitaplarının çok okunmasının en önemli nedenlerinden biri de yazdığı terapi öykülerinde kendi karşıt transferanslarına olduğu gibi değinmesidir. Bu onun yazılarına doğallık katar. Yine bu kitapta da bu tür karşıt transferanslara rastlarız. Özellikle bu durum “Şişman Bir Hanım” adlı kısımda çok açık bir şekilde görülür. 
Kitap 10 terapi öyküsünden oluşuyor ve her öyküde o insanların iç dünyalarında yolculuk yaptığınızı hissediyorsunuz.

Biraz da kitaba adını veren ilk terapi öyküsünden bahsedelim. “Aşkın Celladı” yetmiş yaşında ki Thelma’nın eski terapistine aşık olması üzerine kurulur. Thelma’dan bir söz “hayatım sekiz yıl öncesinde yaşanıyor.

Aşağıda ki dize aşkın celladının ilk satırından alıntıdır.

Aşık olan hastalarla çalışmaktan hoşlanmam. Bu belki kıskançlıktandır; çünkü ben de aşkın büyüsüne kapılmayı çok isterim. Belki de aşk ve psikoterapi temelde uyuşmadığından. İyi bir terapist karanlıkla savaşır ve aydınlanmayı arar, oysa romantik aşk gizemle beslenir ve incelendiğinde ufalanıp dağılır. Aşkın celladı olmaktan nefret ederim.

Beni en çok etkileyen kısım ise Carlos’un geliştirdiği iki içgörüdür. Bunları kitapla ilgili fazla ayrıntı vermemek için yazmıyorum.

Son olarak alanla ilgili okunması gereken kitaplardan olduğunu düşünüyorum eğer kitabı okuyan arkadaşlar varsa kitapla ilgili düşüncelerini yorum kısmına yazabilirler.

27 Ağustos 2016 Cumartesi

Bilişsel-Davranışçı Kendi Kendine Yardım Teknikleri 2





1) ZEVK TAHMİN ETME FORMU

Bazen hayatta hiçbir şeyin bize zevk vermeyeceğini düşünürüz ya da alacağımız zevki düşük olarak tahmin ederiz ve yapmamaya karar veririz. Özellikle depresyon gibi durumlarda bu bilişsel çarpıtmalar daha yoğun yapılır. Bu form sayesinde çarpıtmalarınızı fark edip zevk aldığınız işleri daha gerçekçi bir gözle görebilirsiniz. 

Şimdi bu form nasıl yapılıyor ona bakalım.
Öncelikle kendinize bir haftalık size tatmin sağlayabilecek ya da kişisel gelişiminize katkı sağlayacak bir takım aktiviteler belirleyin ve ikinci sütuna bu aktiviteden alacağınız zevki 100 üzerinden tahmin edin. Her etkinliğin bitiminde üçüncü sütuna aldığınız zevki 100 üzerinden değerlendirin. Son olarak tahmin ettiğiniz zevki ve gerçek zevki karşılaştırın. Aynı çıkanlar olabilir siz farklı çıkanlara odaklanın. Bir daha ki programınızda size daha fazla zevk veren aktiviteleri ekleyin ve devam edin. Sonuçlar tahmin etmediğiniz düzeyde sizi şaşırtabilir. Mesela başkalarıyla birlikte yaptığın işlerden daha fazla zevk alacağını düşünüyordun fakat forma baktığında yalnız başına yaptığın aktivitelerden zevk aldığını görebilirsin ya da tam tersi de olabilir.





2) AMA DELİLLERİ ÇÜRÜTME YÖNTEMİ

“Ama” kelimesi hayatımızın önünde büyük bir engel olabilir.
Örneğin, “Bugün dışarı çıkıp yürüyüş yapabilirim AMA bunu yapmak için çok yorgunum.” Bu cümle size de tanıdık geldi mi? Bu tarz düşünceler her gün bizim önümüze çıkar ve etkin bir gün geçirebilme ihtimalimizi yok eder. Şimdi yöntemimiz nasıl uygulanıyor bakalım. Yukarı da ki ama cümlesini ilk satıra yazdığımızı düşünelim ikinci satıra da bunu çürüttüğümüz cümleyi yazacağız mesela “Yürüyüşe çıkarsam kendimi daha iyi hissedeceğim.” Bu şekilde ta ki aklımıza ama cümlesi gelmeyene kadar devam ediyoruz. Aşağıdan örneğe bakarak daha somut bir şekilde anlayabilirsiniz.






3) İŞLEVSEL OLMAYAN DÜŞÜNCELERİN GÜNLÜK KAYITLARI

Hiçbir şey yapmama dürtüsüyle baş edemiyor musunuz? O zaman bu uygulama işinize yarayabilir.
Depresyonla ilgili 2. Yazımda bilişsel çarpıtmaları anlatmaya çalışmıştım. Bu uygulamaya başlamadan onlara bir göz atmanızı istiyorum.

Şimdi bu teknik nasıl uygulanıyor birlikte ona bakalım. Öncelikle işlevsel olmayan bir durum belirleyelim örneğin, bütün gün yataktan çıkmadık. Bunu ilk sütunda ki durum bölümüne yazıyoruz. 2. Sütuna bu durumla ilgili hissettiğimiz duyguyu yazıyoruz (Kendine öfkeli). 3. Sütuna ise aklımızdan geçen otomatik düşünceleri yani olumsuz düşünceleri yazıyoruz. Örneğin, “hiçbir şeyden zevk almıyorum”. Şimdi bu otomatik düşüncelerin karşısına mantıklı düşünceleri yazıyoruz(İyi hissettiğimde zevk alabiliyorum. Yatakta yatarken bana öyle gözükmese bile olasılıkla bir şey yaparsam başladığım anda bile zevk alacağım). Son olarak ta sonuç kısmına şu an ki durumunuzu not edin.




23 Ağustos 2016 Salı

Bilişsel-Davranışçı Kendi Kendine Yardım Teknikleri 1




 CANLANDIRMA TEKNİĞİ

Birine çok öfkelendiğiniz ve zihninizde olumsuz düşüncelerin olduğu bir zamanı düşünün. Belki bu kişinin boğazını sıkmak istiyorsunuz. Bu zihinsel düşünceler bizim öfkemizi devamlı sıcak tutar ve yaşamımızı olumsuz yönde etkiler. Düşünüyorum ki hiçbirimiz günlerce öfkeyle kendimizi mahvetmek istemeyiz. Canlandırma tekniği ve biraz mizahla bu durumu kendimize zarar vermeden atlatabiliriz. Mesela öfkelendiğiniz kişiyi bir güzel dövmek istiyorsunuz şimdi bunun yerine başka bir düşünce koyacağız. Hayallerimize biraz mizah ekleyelim. Bu kişiyi döverken hayal etmek yerine onun kalabalık bir yerde altında çocuk beziyle dolaştığını hayal edelim. Şimdi gözlerinizi kapatıp bunu hayal edin. Öfkenizin yerini bir gülümseme almaya başladı mı? Çoğu zaman öfkeli olduğumuzda zihnimizde bir çok olumsuz fantezi üretiriz ve bu öfke durumunun canlı kalmasına neden olur. Bu tekniği her öfke durumunda olumsuz fantezi düşüncelerinizi değiştirmek için kullanabilirsiniz. Öfke bizi değil biz öfkeyi yönetelim.


 SİLAHSIZLANDIRMA TEKNİĞİ

Bu teknik tartışma durumlarını yönetmek için kullanılır. Amaç ortamın gerginliğinizi azaltarak daha mantıksal bir konuşma oluşturabilmek. Peki bu teknik nasıl uygulanıyor?

Öncelikle karşıda ki kişinin eleştiren cümlelerine karşı savunmaya geçmemelisiniz. Çünkü savunmaya geçmek sonu bitmez tartışmaları peşinde taşır. Daha sonra eleştiriler de ki doğru olan noktaları bulmak ve karşıda ki kişiye bu konularda katılmak. Bu şekilde bir karşılık karşıda ki kişiyi sakinleştirecektir hatta bazı örneklerde bu kişinin eleştirilerinde haksız olduğunu söylemeleri ve sizi savunmaya başlamaları bile olabiliyor. Son olarak anlaşmazlık yaşadığınız konuları doğrudan, yorumsuz ve kibar bir şekilde göstermek. 

Aklınızdan bu teknik işe yaramaz diye geçiriyor olabilirsiniz zaten bende eleştiri süzgecinizden geçmeyen bir bilgiyi direkt kabul etmenizi istemem ama denemek bedava ve kaybedecek bir durum da yok. Şimdi bu tekniği somutlaştırmak ve daha anlaşılır olmasını sağlamak için aşağıda ki diyaloğu okuyun. Diyalog Bilişsel ve Davranışçı Terapiler Serisi “İyi Hissetmek”   (yazar: David Burns) adlı kitaptan alınmıştır.

 Siz: Tepeni attıracak yanlış bir şey söylediğim için özür dilerim. Neydi o yanlış söylediğim şey?

Eleştiren: Bana kaba saba olduğumu söyledin. Bıktım artık senden bitti her şey!

Siz: Görüyorum ki, düşüncesizce ve incitici bir yorum yapmışım. Duygularını incitecek başka neler söyledim? Bir kere mi oldu, yoksa pek çok kez mi aynı şeyi yaptım? Haydi, devam et, benimle ilgili düşündüğün tüm kötü şeyleri bana anlat.

Eleştiren: Senin ne yapacağını önceden kestiremiyorum. Bal gibi tatlı olabiliyorsun ve aniden sivri dilinle beni parçalıyorsun. Çıldırdığında azı bozuk bir domuza dönüşüyorsun. Sana dayanamıyorum, başkalarının sana nasıl tahammül ettiğini bilemiyorum. Kendini beğenmiş ve küstahsın. Kendin dışında kimseye önem vermiyorsun. Bencil, alçak bir herifsin. Uyanmanın ve zor yolu öğrenmenin zamanı geldi. Üzgünüm seni aşağılayan ben oldum, ancak öğrenmenin tek yolu da bu. Kendin dışında başka hiç kimse için gerçek duygular beslemiyorsun!

Siz: İlişkimizde üzerinde durmadığımız pek çok sorun olduğunu görüyorum, treni kaçırıyormuşum gibi görünüyor. Düşüncesiz ve huzursuz edici tarzda hareket ettiğimi, ne kadar sevimsiz ve senin için ne kadar rahatsızlık verici olduğumu görebiliyorum. Bu yönüm hakkında biraz daha bir şeyler anlatabilir  misin? 


 GÜNLÜK AKTİVİTE PROGRAMI

Uygulaması kolay bir tekniktir. Amaç, isteksizliğe ve uyuşukluğa karşı mücadele etmektir. Mesela hafta sonu sendromunu düşünelim. Bu sendrom insanların hafta sonu ne yapacağını bilemeyerek bütün zamanlarını yatakta geçirmeleri durumudur ve insanı depresif bir duruma sokar. 

Peki bu program nasıl uygulanıyor?

Bu program iki bölümden oluşuyor; ileriye dönük ve geriye dönük. İleriye dönük kısımda gün içinde yapmak istediklerinizi (yapabiliyorsanız saat saat ) planlayın. Planların ayrıntılı olması gerekmez. Mesela “sabah kahvaltısı yapmak” gibi. Gün sonunda, geriye dönük kısıma gün içinde neler yaptığınızı yazın. Her aktiviteye ustalık için “U”, zevk alma için “Z” olarak işaretleyin. Daha sonrada bu aktiviteleri yaparken aldığınız zevki ve ustalığı 0-5 üzerinden değerlendirin. Arabayla gezmek için  “Z-5” gibi.

Bu program ne işe yarayabilir? 

Kendimden de yola çıkarak hafta sonlarını plansız ve yatakta geçirdikten sonra zamanın boşa geçtiğini düşünüp kendimi tüketiyorum ama bu programı uyguladığımızda bize motivasyon sağlıyor ve yataktan kalkmak için bir şeyler sunuyor. Ayrıca bir şeylerin bize verdiği zevki daha iyi anlayabilmemize yardımcı oluyor.

Erteleyen birinin dediği gibi, “Günümü programlayarak sonuçları karşılaştırdığımda, zamanımı nasıl harcadığımın farkına vardım. Bu, yaşamımın kontrolünü tekrar elime almama yardımcı oldu. İstersem kontrol edebileceğimi fark ediyorum.” (İyi hissetmek-David BURNS)

27 Temmuz 2016 Çarşamba

PSİKİYATRİK HASTALIKLARIN NEZLESİ: “DEPRESYON” 2





Daha önceki yazımda depresyonun ne olduğu ve belirtileri üzerinde durdum. Depresyonla baş etmek için bilişsel bazı yöntemlere geçmeden önce depresyonun oluşmasında etkili olan bazı düşünce yapıları üzerinde durmak istiyorum. 


Bilişsel terapistlere göre içinde bulunduğumuz durum bizi depresyona sokmaz depresyona neden olan bizim düşünce yapımızdır. Bunu söylerken duygu ve davranışları da yok saymazlar. Düşünce, duygu ve davranışlar sürekli ilişki içindedir.

Depresyonu oluşturan düşünce yapılarını anlamadan depresyonla baş etmeye çalışmak yeterli olmaya bilir o yüzden aşağı da kullandığımız bilişsel çarpıtmaları açıklamaya çalıştım. İlk adım depresyonun altında ki düşüncelerimizi fark etmek. Tek başına fark etmek bile bazen içinde bulunduğumuz durumları düzeltmeye yarayabiliyor. Tabi sadece farkında olmak her şeyi çözmeye yetmiyor. Bu yüzden diğer yazılarda ki teknikler sizlerden emek ve zaman istiyor. 



Bilişsel Çarpıtmalarımız

1) Hep ya da Hiç Düşüncesi: Bu çarpıtma hayatı siyah ve beyaz olarak iki kutuplu görmekle ilgilidir. Mesela alanında başarılı bir öğrencinin derslerden birini yapamaması ve kendini başarısız ve geri zekalı olarak etiketlemesi buna örnektir.
 Bu düşünce hatası genellikle mükemmeliyetçilikle birlikte olur. Bu kişiler kendi hatalarına karşı devamlı düşük tolerans gösterir.  Gerçekte ise hayat çoğu zaman siyah ya da beyaz değil daha çok gri tonlardan oluşur.

2) Aşırı Genelleme: Adından da anlaşılacağı gibi olumsuz bir durumu aşırı genelleme durumudur. Örneğin, lisedesiniz ve birinden hoşlanıyorsunuz ona açıldınız ve o, başka bir sevdiği olduğunu söyleyerek sizi reddetti. Ve artık şöyle düşünmeye başladınız, “ben artık kimseyle çıkamam diğerleri de beni reddeder”. Geçmiş hayatınıza baktığımızda başka böyle bir deneyiminiz olmadı fakat siz yine de bu tek durumdan yola çıkarak diğer durumların sonuçlarına etiketi yapıştırdınız.

3) Zihinsel Filtre: Pembe gözlük olayını bilirsiniz hayata hep olumlu yanından bakma (pollyannacılık). Depresyonda ise bu durumun tam tersi olur. Devamlı olumsuz düşüncelere takılırsınız ve bunun sonucunda her şeyin çok kötü olmaya başladığını düşünürsünüz.

4) Olumluyu Geçersiz Kılmak: Bu zihin oyunu gerçektende çok ilgi çekici olabilir. Nasıl mı? Şimdi düşünün ki depresyondasınız ve iş yerinde daha önceden girdiğiniz bir ihaleyi kazandığınız için iş arkadaşlarınız sizi tebrik ediyor. Normal bir durumda bu olay sizi çok sevindirebilir fakat depresyonda olduğunuzda bu başarıyı yok sayabilir hatta olumsuz kulplar bulabilirsiniz.Mesela işi almakta ki payınızın aslında küçük olduğunu ya da şans eseri bu işi aldığınızı düşünmek gibi.

5) Sonuçlara Atlamak: Somut kanıtlar olmamasına rağmen olumsuz değerlendirmeler yapma durumudur. İki şekilde olur.

        Zihin Okuma: Bu benim de çok kullandığım bir bilişsel çarpıtmadır. Mesela bir arkadaşınız yanınızdan geçiyor ve size baktığını ve selam vermediğini düşünüyorsunuz. Fakat gerçek durum bundan çok farklı olabilir. Hepimiz bazen öyle boşluğa dalarız ki bakarız ama hiçbir şeyi algılamayız. 

       Falcılık Yapmak: Gelecekle ilgili temeli olmayan düşünceleri içerir. Mesela hayatı boyunca yalnız ve başarısız olacağını ve ne yaparsa yapsın bu durumu değiştiremeyeceğini düşünmek.

6) Büyültme ve Küçültme: Bu çarpıtma mekanizması hayata büyüteçle bakmaya benzer. İyi olduğumuz durumları devamlı küçültür kötü olduğumuz durumları ise devamlı olarak büyültür.

7) Duygusal Kararlar: Bu çarpıtmanın mantığı içinde bulunduğunuz duygu durumunu gerçeğin kanıtı olarak algılamanızdır. Mantık, “kendimi çok başarısız hissediyorum o halde başarısızım”.

8) “-meli, -malı” cümleleri: unu da yapmalıyım” ya da “Şunu yapmalıydı” gibi cümleler sizde ve kullandığınız kişilerde baskı oluşturur ve öfkelendirir. Bu tarz cümleleri çok sık kullanmanız durumunda kendi –meli, -malı’larınıza yetişemediğiniz için depresif bir duruma girersiniz.

9) Etiketleme: Hatalarımıza dayanarak kendimize olumsuz etiketler yapıştırırız. Aşırı genellemenin bir versiyonu olarak düşüne bilirsiniz. Mesela diğer erkekler gibi iyi futbol oynayamadığınızı düşünüyorsunuz ve kendinizi genel olarak “yeteneksiz” ve “başarısız” biri olarak etiketliyorsunuz. Bu çarpıtma hem mantıksız hem de çok yıkıcıdır. Birey olarak yaptığınız tek bir şeyle kendinizi ölçemezsiniz.

10) Kişiselleştirme: Depresyonun en belirgin özelliklerinden biride karamsar düşünce yapısıdır. Kişiselleştirme de, nedeni olmadığımız olumsuz olayların suçunu üzerimize alırız. Mesela ortaokula giden bir çocuğunuz var ve onunla elinizden geldiği kadar ilgileniyorsunuz fakat bu sıralar dersleri kötüleşti ve öğretmenlerinden şikayetler gelmeye başladı. Ve siz hemen başlıyorsunuz kendinizi suçlamaya “ben iyi bir anne değilim, çocuğumun başarısızlığı benim suçum”. Bu düşünce yapısı içindeyseniz dünyanın yükünü tek başına taşımaya çalışıyorsunuz demektir ve bu gerçektende çok yorucu bir iş. Şöyle bir düşünce oluşmuş olabilir “çocuklarımızın sorumluluğu bizim elimizde bu endişelerimiz gayet doğal”. Tabi ki çocuklarınız için endişeleneceksiniz fakat kendinizi yiyip bitiren bu düşünce yapısıyla ona bir faydanız olmaz hatta istemeden zarar bile verebilirsiniz.

Peki o zaman ne yapmalıyız?

Diğer yazılarda bu düşünce yapılarınızın yerine daha işlevsel olanları koyabilmeniz için bazı teknikler önereceğim. Şimdilik çocuğunuza düzenli bir vakit ayırmak için bir program yapabilirsiniz. Sadece bunun bile çocukla ilişkilerinizi daha fazla düzenleyeceğine eminim.

Zihinsel hapis bir yanılsamadır, elinizde olmadan yarattığınız bir oyundur. Gerçek görünür; çünkü,gerçekmiş gibi hissedersiniz. (David Burns)

Kaynaklar: İyi hissetmek (Dr. David Burns), Psikoterapi ve psikolojik danışma kuramları (Richard S. Sharf)