25 Mayıs 2016 Çarşamba

Ayakkabımızdaki Taş





Hemen her insanın dünyaya gelişi dünya ile olacak amansız mücadelenin başlangıcını bize haber verir. Bu amansız savaşımın bir kazananı var mıdır? 

Bilmem ama karlı çıkmaya çalışır insan ve bunu yaparken nedense hep kolay olanı seçer. Oysa basit bir yanılsamadır bu. Çünkü gerçekten istenilen şey kazanmak ise bunun anahtarı pek nadiren ''kolay'' dadır. Ve bunu sürekli unutan insan ise zor şeylerden ya da zorluklardan ve sıkıntılardan sanki bir canavarmış gibi kaçar. Bunlar kendi başına geldiğinde ise kendini kaybetmiş sayar ve derin bir, zorluklardan yakınma ve kendine acıma duygusu hızla vücuda yayılır. 


Biz danışmanların işi ise bu unuttukları şeyi yani ''zorluklar ve acıların altındaki hazineleri'' onların tekrar görmelerini sağlamak. Tabi bu yolda kafa yürütmemizin biricik sebebi danışanların zorluklarla daha etkin başa çıkmalarını sağlamak hatta bu zorlukları kendilerine sıçrama noktası ya da kaldıraç yapmalarını sağlamak. Tabi bunu yaparken seçtiğim ''Ayakkabımızdaki taş'' başlığını insanların zorluklarını küçümsemek için değil tam aksine zorlukların çoğu noktasına iyi temas ettiği ve açıklamakta yardımcı olduğu için seçtim. Nasıl mı? Şöyle ki:Zorluklar ayakkabıdaki bir taş  kadar beklenmedik,Yine bir o kadar da her adımda canınızı acıtan,düşünmenizi engelleyen vaktinizi çalan... Ama bir o kadarda küçük ve ondan kurtulmanın elinizde olduğu...


Hayatta gerçekten acılar ve zorluklar var ve bunlara; söylenmek, üzülmek,uğunmak bunları arttırmaktan başka bir işe yaramıyor.Öyleyse neden bu zorlukları “ayağımıza pranga yapıyoruz palanga yapmak varken.” Burada palanga derken kast etiğim zorlukları bir avantaj haline getirmek tıpkı bir kuyudan çekemeyeceğimiz elli litrelik suyu palanga ile az bir kuvvet kullanarak çekeceğimiz gibi...

 Nasıl mı? Gelin hatırlayalım;


 Dostoyevski’nin kumar borçlarıyla başı belada olmasa kumarbaz bu kadar güzel bir roman olabilir miydi? Tolstoy para sıkıntıları çekmeseydi savaş ve barış a nasıl bu kadar farklı bakabilecektik? 


Ya da şöyle düşünün donmakta olan biri için ölüm tatlı bir uyku gibi yaklaşır ve o anda ihtiyacınız olan tek şey sizi uyutmayacak derecede acı çekmenizdir. Başarısı su götürmez bir gerçek olan davranışçı tekniklerden olan: sistematik duyarsızlaştırma ve maruz bırakma korkuyu tekrar korkulan imgelem ve korku öğesiyle yüzleştirme ile tedavi eder. 


Eğer “Normal değilim normalden daha iyiyim” kitabını okursanız orada psikolojik rahatsızlıkları olan insanların bu rahatsızlıklarını nasıl avantaja çevirdiklerini ve normalden daha iyi bir duruma nasıl geldiklerini ele alır.


Emrah Serbes bunun için şimdiki aklım paradoksunu” kullanır: '' Şimdiki aklım olsa o hataları yapmazdım. Ama o hataları yapmasaydım şimdiki aklım olmazdı'' Aynen öyle o hataları yapmasaydınız şimdiki aklınız nasıl olacaktı.

 Ben de bunun için şunu diyorum: '' Dalgalar kıyıyı düşmanca döver ama fırtınanın ardından ise eşsiz taşlarla süslü bir manzara çıkar.''İnsan öyle bir varlık ki öleceğini bilir ama ölümden korkmaz sadece ölümden sonra kendisini neyin beklediğini bilmediği için kaygılanır. Şimdi siz söyleyin ölümden bile korkmayan bu varlığa zorluklar ayakkabıdaki bir taştan fazla gelir mi?..

                                                                                             

              FERHAT MEN





2 yorum:

  1. Güzel bir farkındalık yazısı olmuş. Kesinlikle bende 'Şimdiki aklım olsa o hataları yapmazdım. Ama o hataları yapmasaydım şimdiki aklım olmazdı' dıyenlerdenim. Ama şimdiki aklımla o zamanları bir daha yaşama şansım olsa fena olmazdı :) Kelebek etkisi tadında.

    YanıtlaSil
  2. Yorumunuz için teşekkürler :)

    YanıtlaSil