4 Temmuz 2016 Pazartesi

Varoluşsal Düşünceler 1



-“Kendi yıkımını hazırlayan insan kendini yabancılaşmış, sapına kadar yalnız hisseder. Toplumun dışındadır. Kendi kendine şöyle der: “deliriyorum galiba”. Anlamadığı şudur: Toplum da tıpkı kendisi gibi büyük zarar ve felaketlerden karlı çıkar. Bu savaşlar, kıtlıklar, su baskınları ve depremler çok belirli gereksinimleri karşılarlar. İnsanlar kaos ister. Doğrusu buna gereksinimleri de vardır. Durgunluklar, çatışmalar, halk hareketleri, cinayet, hepsi korkunç. Ölüm ve yıkımın yarattığı bu karşı konulmaz orji durumunun içine çekilmişiz neredeyse. Hepsi içimizde. İçinde olmaktan zevk alıyoruz. Tabii ki medya tüm bunlara üzgün bir yüz takınır, bunu, onları büyük insan trajedileri kılıfına sokarak yapar. Ama hepimiz medyanın işlevini biliyoruz, dünyadaki kötülükleri yok etmeye çalışmaz, onun görevi bu kötülükleri kabul etmemizi ve onlarla birlikte yaşamamızı sağlamaktır. İktidarın bizden istediği edilgin gözlemciler olmamızdır. Ve onlar bize başka bir seçenek vermezler. Arada sırada bütünüyle simgesel değerde bir katılım eylemi olan oy vermenin dışında tabii. Sağcı bir kukla mı yoksa solcu bir kukla mı olmak istersin?" (Hayata Uyanmak Filminden)



 -"Bu, gezegene renkli bir kalem kutusuyla gelmeye benziyor. Kutunuz 8’li ya da 16’lı olabilir. Ama önemli olan kalemlerle ve size verilen renklerle ne yaptığınız. Çizgilerin içini ya da dışını boyadım diye üzülmeyin. Çizgilerin dışını boyayın derim ben. Sayfanın dışını boyayın." (Hayata Uyanmak Filminden)

  

-Psikolojiyle ilgilenen biri olarak kendini tanımanın nasıl olabileceği üzerinde çok düşünmüşümdür.  Ama sorun şu ki kendini tanımak tek başına olabilecek bir durum gibi görünmüyor. Başkalarıyla gerçek manada bir karşılaşmanın (gerçek derken, “merhaba” “nasılsın” gibi günlük dile yerleşmiş söylemek için söylenen cümlelerle değil ) kendi kişiliğimize açılan pencereler olduğunu düşünüyorum.



 -Daha önce hiç cenaze gördünüz mü? Ölüm insana hayatın sınırlı olduğunu ve    yaptığımız her şeyin bu dünyadan silinip gideceğini hatırlatır. Ölümle karşılaştığımızda “saçmalığı” yaşarız. Ama ölümün biz insanlar için çok büyük bir yararı da söz konusudur. Hayatımızdaki para ve mevki gibi boş tatmin araçlarının anlamsızlığını görmemize ve önceliklerimizi yeniden düzenlememize yardımcı olur. Ölüm hayata “saçmalıkla” birlikte aynı zamanda “anlamda” katar. 





-"Sana ne söyleyebilirim ki saygıdeğer kişi? Olsa olsa kendini aramaya fazla değer verdiğini mi? Aramaktan bulma fırsatını bir türlü yakalayamayacağını mı ? Bir kimse arıyorsa, gözü aradığı şeyden başkasını görmez çokluk, bir türlü bulmasını beceremez, dışarıdan hiç bir şeyi alıp kendi içine aktaramaz, çünkü aklı fikri aradığı şeydedir hep, çünkü bir amacı vardır, çünkü bu amacın büyüsüne kapılmıştır. Aramak bir amacı olmak demektir. Bulmaksa, özgür olmak, dışa açık bulunmak, hiçbir amacı olmamak. Sen, ey saygıdeğer kişi, belki gerçekten arayan birisin, çünkü amacının peşinde koştuğundan hemen gözünün önündeki bazı şeyleri pek görmüyorsun." ( Siddhartha kitabından)







-Hepsi için de ırmak, yolculuk sırasında karşılaşılan bir engelden başka şey değildi. Para pul, iş güç peşine düşmüşlerdi, düğün derneklere seğirtiyor, hac yerlerini ziyarete gidiyorlardı ve ırmak bir engeldi yollarının üzerinde, kayıkçı da onları bir an önce bu engelin üzerinden aşırmak için vardı. Binlerce kişinin arasında pek azı, topu topu dört ya da beşi için ırmak bir engel olmaktan çıktı, bu insanlar ırmağın sesini işittiler, ırmağın sesine kulak verdiler.


_Sen de ırmaktan öğrendin mi o gizi, zaman diye bir şey olmadığını?


_Senin demek istediğin şu olacak sanırım: Irmak aynı zamanda her yerdedir, kaynadığı yerde, döküldüğü yerde, çağlayanda, kayıkta, akıntı yerinde, denizde, dağda, aynı zamanda her yerde ve onun için yalnızca şu an vardır, geçmişin gölgesi diye bir şey bilmez ırmak, geleceğin gölgesi diye de bir şey bilmez.( Siddhartha kitabından)





 

-Siddhartha ve Govinda, Savathi kentinde Jetavana korusunda, Buddha’yı buldular. Govinda, Buddha’nın öğretilerinden hemen etkilenerek ona katıldı. Oysa Siddhartha Buddha’ya şunları söyledi:



"Sizin Buddha olmadığınız, binlerce Brahmin’in, Brahmin oğlunun ulaşmaya çabaladığı en yüce ereğe ulaşmadığınız bir an bile geçmedi aklımdan. Bunu kendi arayışınızla kendi yolunuzda, düşüncede yoğunlaşmayla, bilgiyle, aydınlanmayla yaptınız. Öğretilerden hiçbir şey öğrenmediniz; ben öyle düşünüyorum ki Ey Yüce Kişi öğretilerle kimse kurtuluşa eremez. Ey Yüce İnsan, aydınlanma anında size neler olduğunu sözlerle ya da öğretilerle anlatamazsınız kimseye. Aydın Buddha’nın öğretileri çok şeyi içeriyor, çok şeyi, dürüst yaşamayı, kötülükten kaçınmayı öğretiyor. Ama bu açık, değerli öğretinin içermediği bir tek şey var: onda Yüce Kişi’nin kendi yaşadıklarının, yüzbinlerce kişi içinde yalnız onun yaşadıklarının gizi yok. Sizin öğretilerinizi dinlediğim zaman bunu düşünüp bunu anladım. İşte bunun için gideceğim kendi yoluma; daha başka, daha iyi bir öğreti aramak için değil; çünkü biliyorum ki yok böylesi; tüm öğretileri, bütün öğretmenleri bırakıp kendi ereğime yalnız başıma ulaşmak - ya da ölmek - için. Şu var ki bu günü, gözlerimin gerçekten ermiş bir insan gördüğü şu anı hep anımsayacağım, ey Yüce İnsan. Size katılanların, hepsinin öğretileri izlemesidir dileğim. Ereklerine ulaşmalarını dilerim. Başka bir yaşamı yargılamak bana düşmez. Ben kendi yaşamımı yargılamalıyım. Ben, benimden kurtulmaya çalışıyorum. Ey Yüce İnsan, ben sizin izleyicilerinizden biri olsaydım, korkarım bu ancak yüzeyde böyle olacaktı; huzurluyum, kurtuluşa erdim diye kandıracaktım kendimi, oysa aslında Ben’im yaşamaya, büyümeye devam edecekti; çünkü Ben’im, sizin öğretilerinize, size, keşişler topluluğuna olan bağlılığıma ve sevgime dönüşecekti.”( Siddhartha kitabından)






 
 


25 Haziran 2016 Cumartesi

Çocuk Gelinler






Merhaba arkadaşlar konum çocuk gelinler. Ben bu konuda farkındalık yaratmak istiyorum.
Çocuk  gelin deyince şu soruyu soruyorum ilk önce kendime; Çocuk mu? Gelin mi? Eğer bu ayrımın farkına tam anlamıyla varmışsak o zaman bu mutsuz sonla karşılaşmayız. Şimdi sizlere soruyorum Çocuk  mu? Gelin mi?

Çocuk: neşesiyle etrafa mutluluk saçan ,cıvıl cıvıl,oyun ve oyuncaklarla gününe renk katan, ailesinin mutluluğunu kat kat arttıran, Allahın bize verdiği hediye; fakat gelin çok farklı, omzunda sorumlulukları var, yapacakları, eşine göstermesi gereken sevgisi, saygısı, şefkati, ilgisi vs bir sürü…
Bu fark sizce tek başına yeterli değil mi??

Şimdi ülkeyi bu duruma iten sebeplerden bahsedeyim. Başta gelen en önemli sebeplerden biri “yoksulluk“(Ailenin gelir düzeyinin askeri ücretin altında olması veya yetmemesi).Cinsel taciz, çocuklara yapılan iğrenç şiddet ve en önemlisi “düşük eğitim seviyesi“çıkarıyor. Annenin veya babanın “kızım evlilik çağına gelmiştir, alın mektepten“ kararıyla belki de geleceğe bir farklılık katacak kişiyi bu durumdan mahrum bırakıyor. Geleneksel aile çocuğunu aileye belirli bir zaman için Tanrı tarafından verilmiş bir kutsal varlık olarak görürler ve kız çocuğunun yerinin eşinin yuvası olduğunu söylerler. Evet doğru biz kızların yeri belli bir yaşa, olgunluğa eriştikten sonra yeri eşlerinin yanıdır ama kız çocuklarının değil!! Kız çocuklarının yeri ailesinin yanı, okulu eğitim yuvasıdır. Eğitim durumunun düşük seviyede olması, ne yazık ki yanlış düşüncelere davetiye çıkarıyor.

Şimdi ülkemizdeki çocuk gelin oranlarına geldiğimizde bu olay %35 ile%45 arasında seyretmektedir.2014 yılında 15-17 yaş aralığındaki çocuk annelerin sayısı 21.992 ve üstü,15 ve altı yaşlarda çocuk anne sayısı 3.77.Yani bu demek oluyorki 3.77 kardelen, hiçbir söz hakkı tanınmadan, ailelerinin kendince doğru olarak verdikleri kararlara mahkum bir şekilde yaşamlarını sürdürmektedirler.,

1948 yılında İnsan Hakları Beyannamesi’nde 16.maddede “evlenecek olanların ancak kendi hür ve özgür iradesinin olması gerektiği” belirtilmiştir. Fakat görüyoruz ki bu özgürlüğün o çocuklara uğradığı bile yok.

Yoksulluk her ne kadar kadın ve erkeği farklı şekilde etkilese de bu toplumun bir sorunudur.Yoksulluktan kadınların  daha fazla etkilendiği araştırmalarla ispat edilmiştir.Mesela bir erkek bir gününü 1 dolarla geçirme zorunluluğunda ise bu kadında 25 sente kadar düşer.Yani kadın erkekten 75 sent daha az parayla geçinme imkanına sahip.
Bu konuyu anlatmaktaki asıl nedenim bu olayların kökünü kurutmak ve tamamıyla ortadan kaldırmak için gerekenlerin yapılması. Ne yapabiliriz? Ortak bir dil oluşturabiliriz, bunu sağlamanın tek yolu kadın ve erkek eşitliğini algılamayan zihinlere aktarmaktır. Kadın ve erkek eşit şanslara sahip olmalıdır. Bu eşitliği sağlıklı bir şekilde sağlamanın tek yolu ise eğitimden geçer. Eğitim her düşünceyi ve davranışı daha mantıklı ve sağlıklı hale sokar.
                                                                                            
Nasıl ki erkeklerde “zorunlu askerlik” var ve bu zorunlu askerliğin belli bir yaşı var işte bu kural kadınlarda da geçerli olmalıdır.”Zorunlu Askerlik” yaşlarının 18 olarak belirlenmesi ve bu yaşa kadar kız çocuklarının hiçbir şekilde eğitimine onu olumsuz etkileyecek şekilde yön verilmemelidir. Bir sürü DİED, TEMA veya gönüllü fidan dikimlerine gidiyoruz ve gelecek için bir fidan dikiyoruz. İşte o fidanlardan çocuklarımızın hayatlarına da dikebiliriz. Bizler ileride anne ve baba olacağız, çocuklarımızı ve ondan sonra gelecek nesilleri gölgesi altına almalı bu fidan. Bir fidanda çocuklarımızın hayatına biz dikelim.

Bir sürü video film ve diziler yayınlansa da oradaki çocukların durumları gözler önüne serilse de biz hala bilinçlenemedik ve onların ne kadar etkili olduğu da bir muamma…

Biz çok şanslıyız arkadaşlar ama ne yazık ki o çocuklar bizim kadar şanslı değiller. Ama biz onlar için birer şans olabiliriz.
Sizler burada oturuyorsanız ve ben bu konuyu anlatıyorsam hala UMUT var demektir…





Yazar: Sebile Dursunova