Selim:
“Normal bir insan olmaya zorladılar, bana bos yere vakit kaybettirdiler.
Olmayınca
da, anormal dediler. Bende kendimi anlamadım bütün hayatım
boyunca
normal bir adam olmaya çalıştım. Arkadaşlarla genel eve gittim,
müstehcen
romanlar okudum. Ve sokakta genç kızların peşinden gittim: hiç
birin
de tutarlılık gösteremedim. Bunun üzerine normal olduğuma karar verdiler.
Onlarla
biraz olsun benzeyebildiğim ölçüde kendimi mutlu sanıyordum. Kendimi
onlardan
ayırmasını beceremedim” (Oğuz Atay: Tutunamayanlar)
Persona kelimesi antik Yunan’da tiyatro
oyuncularının değişik rollerde ki oyunlarını sergilemek için taktıkları
maskenin adıdır. C.G. Jung’un Analitik Psikolojisinde bireyin, toplumun ve
geleneklerin beklentilerine yanıt olarak taktığı mecazi maskeye karşılık gelir.
Yani diğer insanlarla ilişkilerimiz de kullandığımız parlatılmış yüzlerimizdir
personalarımız. Mesela arkadaşlarımızın yanında ve anne-babamızın yanında aynı
şekilde davranmayız çünkü farklı durumlara uyum sağlamamız gerekir. Her insanın
en az birden fazla personası(maskesi) vardır. Şu bir gerçektir ki yaşamı
boyunca hiç maske takmayan bir insan bulmak imkansızdır. Bu aynı zaman da
toplumsal bir varlık olan insan için yaşamsal bir zorunluluktur. Jung, personanın
dünya ile ilişkilerimizi sağlayan bir gereklilik olduğunu ve personayı
geliştirmeyi ihmal eden insanların kaba, huzursuzluk yaratan ve dünyadaki
yerlerini bulmada zorluk çeken eğilimler sergilediklerini söyler.
Yukarı da
Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar kitabından alınan kısımda başkarakter Selim Işık’ın
normal bir birey olmak için arkadaş çevresinde takındığı personaları
görmekteyiz. Bu her ne kadar topluma uyum için gerekliyse de fazla kullanımı
insanların kendilerine yabancılaşmalarına neden olur. Jung, persona ile aşırı
özdeşleşmenin ‘inflation’ adını verdiği bir hezeyana yol açtığını söyler.
‘Inflation’ durumundaki birey kendini toplumdaki rolüne aşırı kaptırmıştır. Ego
tümüyle personanın temsil ettiği rolün gerekleri ile özdeştir.
Yine başka bir kısımda Selim Işık kendine
yabancılaşmasını ve hayatının anlamını yitirmeye başlamasını şu sözlerle
anlatır:
“Neresini düzelteceğimi bilmediğim bu yaşantımı
sürdürmenin anlamsızlığını seziyorum yok
olmaya doğru hızlı bir gidişin farkındayım henüz koruyabildiğim bazı
özelliklerim varken daha insan olduğumu hissederken bu gidişe bir son
vermeliyim yoksa çok geç olacak ve kendimi affetmeyeceğim” Burada Selim Işık
artık personalarının içinde kendi benliğini kaybetmeye başladığını fark ediyor
ve bunu durdurmak istiyor.
İçinde bulunduğumuz yüzyıl teknolojinin ve değişimin
hızlı yaşandığı bir dönem. Yaşanan bütün bu değişimlere ayak uydurmak için
yaşamını da hızlandıran insan durup yaşamda ki amacını düşünmeye vakit
bulamıyor ve giderek kendine ve çevresine yabancılaşıyor. Durup bu durumun
farkına varan bireylerse içinden çıkılması zor buhran ve çaresizlik duygularına
saplanıyor. Birçok yazarın yabancılaşmayla ilgili eserleri var ve bu eserlerde
insanlar kendini bulduğu için okunma oranları da çok yüksek. Örnek olarak
Albert Camus’un Yabancısını, Franz Kafka’nın Dönüşümünü verebiliriz.
Franz Kafka Dönüşüm kitabında Gregor Samsa
karakterinin ailesi ve işi arasında kendi varlığının farkında olmadan yaşarken
içine düştüğü yabancılaşma durumunu böceğe dönüşmesiyle sembolik bir dille
anlatmıştır.
Yine Albert Camus’ta ise asıl adı verilmeyen karakterimizin her
şeyden uzaklaşmasıyla içine düştüğü durumları ve ölüme giden olayları anlatır. Karakterimizin
içinde bulunduğu anlamsızlığı annesinin ölümünün ardından söylediği şu sözden
anlayabiliriz: “anam ölmeseydi, kim bilir ne güzel gezip eğlenirdim”. Günümüz
insanı, sanayi devrimi ile başlayan ve her alana yayılan hızlı bir değişmenin
toplumsal ve ruhsal düzeyde yarattığı bunalımların köklü bir rahatsızlığa
dönüştüğü bir ortamda yaşamaktadır. Birçok insan ya kendini tamamen toplumdan
soyutlayan bir yaşam sürmeyi ya da kendilerine çizilen, kapitalist sistemin
duvarlarını ördüğü katı bir sistem için de sürüye katılmayı tercih ediyor. Bu
yaşam önüne sunulanı yapma, niçin yaşadığını anlamadan hayattaki amacını
sorgulamadan geçen bir yaşama götürüyor. Sürekli tüketim bireyi olan bu
insanlar zamanla kendi benliklerini de tüketiyorlar.
Bu konuda ne yapabileceğimizi ise varoluşçu
psikologların yazılarında buluyoruz. Varlık ile bağını koparmış insanın içine
düştüğü durumdan kurtulmasının yolu; varlığın anlamının anlaşılması ve insanın
kendi varlığının sorumluluğuna varmasıdır. Sartre, hiçbir yol işaretinin
bulunmadığı bu dünyaya fırlatılan insana hangi yöne gideceğinin, hangi
değerleri seçmesi gerektiğinin söylenemeyeceğini belirtmiştir. İnsanın kendi
varlığını kendisinin seçmesi gerektiğini vurgularlar. İnsan kim olduğunu
kendisi belirlemelidir.
“ Biz kullandığımız araba ya da evle tanımlanamayız.
Biz sahip olduğumuz iş değiliz. Bizi biz yapan seçimlerimizdir.”
Alice aşağıya düşer ve bir tavşanla karşılaşır. Önünde
iki yol vardır, tavşana sorar: “Hangi yoldan gideyim?” Tavşan şòyle cevap verir: “Nereye
gideceğini bilmiyorsan, hangi yoldan gittiğinin hiçbir önemi yok.”
Psikolojik Danışman
Muhammet
KAZANCI
KAYNAKÇA
Atay, O. (2008). Tutunamayanlar.
İstanbul: İletişim.
Camus, A. (2016). Yabancı. İstanbul: Can Yayınları.
Çiçek, N. (2012).
Franz Kafka’da Yabancılaşma Problemi. Yayınlanmış Yüksek Lisans Tezi. Gazi
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Felsefe Anabilim Dalı, Ankara.
Sevgili, M. (2005). Oğuz Atay ve Alev Alatlı’nın Romanlarında Aydın ve Yabancılaşma Sorunu:
Karşılaştırmalı B ir Edebiyat
Sosyolojisi Çalışması. Yayınlanmış Yüksek Lisans Tezi. Mersin Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü Sosyoloji Anabilim Dalı, Mersin.
Yazgan İnanç, B., Yerlikaya, E.E.(2014). Kişilik Kuramları. Ankara: Pegem
Akademi.
Ne güzel bir siten var çok sevdim:))
YanıtlaSilYorumun beni çok sevindirdi. Teşekkür edrim:))
SilMaske aslında hep samimi olmamak ve riyakârlık olarak düşünülür. Aslında değişik ortamlara uyum sağlarken bazen mecburi olduğu anlaşılıyor sanki. Herkesin yapabileceğini sanmıyorum. Sizin belirttiğiniz gibi okuyucunun kendisini yazılarında bulduğu ve bu durumları gayet güzel anlatan, örnek verdiğiniz yazarlar aslında ipuçlarını veriyorlardır. İnsan psikolojisi toplumun huzuru için o kadar önemli ki. Farkındalık ve insanın kendi kapasitesini bilmesi çok önemli. Çok güzel yazıydı. Elinize sağlık.
YanıtlaSilToplum için de en iyi uyum sağlayanlar genelde girdiği ortama göre farklı maskeler takanlardır. Ama ben bunu çokta sağlıklı olarak görmüyorum çünkü insanı kurgudan oluşan bir dünyanın içine sürükleme ihtimali var bu da insanın var oluşunun ònünde bir engel teşkil ediyor. Fakat bir toplum olarak yaşayabilmek için de en azından azemi miktarda maskelere ihtiyaç olduğunu da yok sayamayız. İki uçlu bir denklem gibi ve bunu dengede tutmak bireyin kendi sorumluluğunda. Yorumun için teşekkürler (:
SilKıymetli meslektaşım yazın gayet anlaşılır bir dille yazılmış tebrik ederim.
YanıtlaSilhttps://binbirpsikoloji.com/ benim geliştirdiğim internet sitem belki incelemek istersin :) iyi çalışmalar
Teşekkürler:) tabiki bende sizin sitenizi incelerim
Sil