Şimdiki zaman, şu an içinde
bulunduğumuz ama biraz da ihmal ettiğimiz, tam olarak yaşayamadığımız zaman. Peki
nasıl ve neden ihmal ediyoruz bu zamanı?
Son yıllarda, bildiğiniz gibi teknolojik
cihazlar hepimizin aslında fiziksel olarak bulunduğu yerlerde zihinsel olarak
bulunmasını engelliyor.
Çocuğunuz sizinle oyun oynamak istiyor siz oyun
oynarmış gibi yaparken bir yandan twitter ı takip ediyorsunuz. Yemek yerken yine
tv ekranı açık ve midenize giden şey hakkında hiçbir fikriniz yok. Bugün
hepimiz bir kafeye gittiğimizde önce arkadaşımızla fotoğraf çekiliyoruz, mekanda check-in yapıyoruz sonra da her 5
dakikada bir kim beğenmiş kim yorum yapmış diye kontrol ediyoruz. Oysa anı
yaşamak, o an orada olup arkadaşımızı gerçekten dinlememiz. Anı yaşamamıza
engel olan başka bir neden de geçmişte yaşananlarla ilgili ‘‘Keşke
yapmasaydım’’, ‘‘O kararı almamalıydım’’, ‘‘Neden öyle söyledim ki?’’, ‘‘O
şekilde davranmasına nasıl müsaade ettim?’’ şeklinde düşüncelerle kendimizi
suçlamak, yine gelecekte yaşanacaklarla ilgili ‘‘Ya olursa?’’, ’’Ya ilişkim
biterse?’’, ’‘Ya işler yolunda gitmezse?’’ şeklinde düşüncelerle endişe duymak.
Peki geçmişimizi hiç mi düşünmeyeceğiz? Elbette düşüneceğiz. Geçmişten ders
çıkarıp geleceğimizi planlayacağız ama bu planı uygularken şu anı yaşamayı da
ihmal etmeyeceğiz. Bir de farkında olmadan yaptığımız şeyler var. Kitap okurken
bir sayfayı okuyoruz, sayfayı çevirdiğimizde önceki sayfada ne yazdığını hatırlayamıyoruz.
Bazen öyle anlar oluyor ki düşüncelerimizde kayboluyoruz. Bazen de çok iyi
bildiğimizi düşündüğümüz şeylere dikkatimizi vermiyoruz. Sabah okula veya işe gittiğimiz
yollara dikkat etmiyoruz. Çevremizde neler olduğunu hatırlayamıyoruz. Oysa ki
oralardan yüzlerce kez geçiyoruz. Ama dünyaya taze gözlerle bakarsak, o yoldan
her geçişte birçok farklılığın, değişikliğin olduğunu görebiliriz.
Bir de
birçoğumuzun küçük yaşlardan itibaren öğrendiği, içinde bulunduğu anı
ertelemek. “Hele bir şu sınavı kazanayım, bir askere gidip geleyim, şu işe bir
gireyim, önce bir evleneyim…” gibi sonu gelmez beklentiler.
İnsanların
en mutsuz oldukları anlarla ilgili bir araştırma yapılmış ve bu araştırmaya göre
insanların en az mutlu oldukları vakitler dinlenirken, çalışırken veya evde
bilgisayar başında geçirilen saatler. İnsanlar vakitlerinin neredeyse yarısını
meşgul oldukları işten farklı şeyler düşünerek geçiriyor. Araştırmacılara göre
bu durum kişinin mutlu olup olmamasının önemli bir göstergesi. İnsanlar uyanık
oldukları vakitlerinin %46,9'unu yaptıkları şeylerin dışında bir şeyler
düşünerek geçiriyorlar. Ve tipik olarak bu dalıp gitmeler onları mutsuz
kılıyor.
Simyacıda
anlatılan hikâyelerden birinde, genç bir adam yaşlı kralın sarayına gider. Kral
gencin eline, içinde sıvı yağ bulunan bir kaşık verir ve bu yağı dökmeden
sarayını dolaşmasını ister. Genç, yağı dökmeden sarayı dolaşıp gelir. Kral
gence; “Salondaki acem halılarımı gördün mü?” diye sorar. Genç görmediğini
söyler. Kral, bahçesini görüp görmediğini sorar. Genç görmediğini söyler. Kral,
değerli kütüphanesini görüp görmediğini sorar. Genç yine görmediğini söyler.
Bunun üzerine kral, gencin sarayı ikinci kez dolaşmasını, ancak bütün bunlara
bakmasını söyler. Genç, sarayı dolaşıp gelir. Her şeyi görmüştür ancak
kaşıktaki yağı da dökülmüştür. Kral gence “Yaşamın gizi, kaşıktaki birkaç damla
yağı dökmeden dünyaya bakabilmektir” şeklinde öğüt verir.
Kaşıklarımızdaki birkaç damla
yağ; görevlerimizi, çevremize karşı sorumluluklarımızı sembolize ediyor. Bu
hikayeden yola çıkarak insanları üç gruba ayırabiliriz: Birinci grubu,
kaşıktaki yağı dökmeyen, ancak dünyadan da nasibini almayan insanlar
oluşturuyor. İkinci grup, anlık hazlar peşinde koşup, yağı ve kaşığı
kaybedenlerden oluşuyor. Üçüncü grubu ise, Simyacıda önerilen türde yaşayanlar
oluşturuyor. İsteyen herkes üçüncü gruba girebilir. Kendimizi eğitirsek,
kaşıktaki yağı dökmeden dünyaya ve bu arada kendimize bakmayı öğrenebiliriz.
Unutmayın yaşamda her şeyi
biriktirebilirsiniz ama zamanı biriktiremezsiniz, yaşanmadan ertelenmiş günleri
ileride yaşama ihtimaliniz hiç olmayacaktır. Çünkü yaşamda geçen saniyeleriniz
asla tekrarlanmayacaktır. O halde esas maharet yaşamımızı oluşturan, o tekrarı
mümkün olmayan, eşsiz saniyelerin hakkını vererek yaşamaya çalışmakta. Peki bunu
nasıl yapabilliriz? Önce aldığımız nefesten başlayarak ciğerlerimizi dolduran
havayı hissedelim. Yediğimiz yemeğin, içtiğimiz içeceğin tadına varalım. Çiçeğin
kokusunu içimize çekelim. Sevdiğimize sarılıp onun sıcaklığını hissedelim.
Kafamızı telefondan kaldırıp arkadaşımızın gözlerinin içine bakarak onu
dinleyelim. Ailemizle keyifli vakit geçirip her anını dolu dolu yaşayalım.
YAZAR: Kübra UYSAL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder