Hemen her insanın dünyaya gelişi dünya ile olacak amansız
mücadelenin başlangıcını bize haber verir. Bu amansız savaşımın bir kazananı
var mıdır?
Bilmem ama karlı çıkmaya çalışır insan ve bunu yaparken nedense hep
kolay olanı seçer. Oysa basit bir yanılsamadır bu. Çünkü gerçekten istenilen
şey kazanmak ise bunun anahtarı pek nadiren ''kolay'' dadır. Ve bunu sürekli
unutan insan ise zor şeylerden ya da zorluklardan ve sıkıntılardan sanki bir canavarmış
gibi kaçar. Bunlar kendi başına geldiğinde ise kendini kaybetmiş sayar ve derin
bir, zorluklardan yakınma ve kendine acıma duygusu hızla vücuda yayılır.
Biz danışmanların işi ise bu unuttukları şeyi yani
''zorluklar ve acıların altındaki hazineleri'' onların tekrar görmelerini
sağlamak. Tabi bu yolda kafa yürütmemizin biricik sebebi danışanların
zorluklarla daha etkin başa çıkmalarını sağlamak hatta bu zorlukları
kendilerine sıçrama noktası ya da kaldıraç yapmalarını sağlamak. Tabi bunu
yaparken seçtiğim ''Ayakkabımızdaki taş'' başlığını insanların zorluklarını
küçümsemek için değil tam aksine zorlukların çoğu noktasına iyi temas ettiği ve
açıklamakta yardımcı olduğu için seçtim. Nasıl mı? Şöyle ki:Zorluklar
ayakkabıdaki bir taş kadar
beklenmedik,Yine bir o kadar da her adımda canınızı acıtan,düşünmenizi
engelleyen vaktinizi çalan... Ama bir o kadarda küçük ve ondan kurtulmanın
elinizde olduğu...
Hayatta gerçekten
acılar ve zorluklar var ve bunlara; söylenmek, üzülmek,uğunmak bunları arttırmaktan
başka bir işe yaramıyor.Öyleyse neden bu zorlukları “ayağımıza pranga yapıyoruz palanga yapmak varken.” Burada palanga
derken kast etiğim zorlukları bir avantaj haline getirmek tıpkı bir kuyudan
çekemeyeceğimiz elli litrelik suyu palanga ile az bir kuvvet kullanarak
çekeceğimiz gibi...
Nasıl mı? Gelin hatırlayalım;
Dostoyevski’nin kumar borçlarıyla başı belada
olmasa kumarbaz bu kadar güzel bir roman
olabilir miydi? Tolstoy para sıkıntıları çekmeseydi savaş ve barış a nasıl bu kadar farklı bakabilecektik?
Ya da şöyle düşünün
donmakta olan biri için ölüm tatlı bir uyku gibi yaklaşır ve o anda ihtiyacınız
olan tek şey sizi uyutmayacak derecede acı çekmenizdir. Başarısı su götürmez
bir gerçek olan davranışçı tekniklerden olan: sistematik duyarsızlaştırma ve
maruz bırakma korkuyu tekrar korkulan imgelem ve korku öğesiyle yüzleştirme ile
tedavi eder.
Eğer “Normal
değilim normalden daha iyiyim” kitabını okursanız orada psikolojik
rahatsızlıkları olan insanların bu rahatsızlıklarını nasıl avantaja çevirdiklerini
ve normalden daha iyi bir duruma nasıl geldiklerini ele alır.
Emrah Serbes bunun için
“ şimdiki
aklım paradoksunu” kullanır: '' Şimdiki aklım olsa o hataları
yapmazdım. Ama o hataları yapmasaydım şimdiki aklım olmazdı'' Aynen öyle o
hataları yapmasaydınız şimdiki aklınız nasıl olacaktı.
Ben de bunun için şunu
diyorum: '' Dalgalar kıyıyı düşmanca döver ama fırtınanın ardından ise eşsiz
taşlarla süslü bir manzara çıkar.''İnsan öyle bir varlık ki öleceğini bilir ama
ölümden korkmaz sadece ölümden sonra kendisini neyin beklediğini bilmediği için
kaygılanır. Şimdi siz söyleyin ölümden bile korkmayan bu varlığa zorluklar
ayakkabıdaki bir taştan fazla gelir mi?..
FERHAT
MEN
Güzel bir farkındalık yazısı olmuş. Kesinlikle bende 'Şimdiki aklım olsa o hataları yapmazdım. Ama o hataları yapmasaydım şimdiki aklım olmazdı' dıyenlerdenim. Ama şimdiki aklımla o zamanları bir daha yaşama şansım olsa fena olmazdı :) Kelebek etkisi tadında.
YanıtlaSilYorumunuz için teşekkürler :)
YanıtlaSil