Beynimiz doğumdan ölüme kadar yaşadığımız ortama uyum
sağlayabilecek inanılmaz bir yapıya sahiptir. Fakat özellikle çocukluk
yıllarındaki duygusal ilgi ve bilişsel uyarıların azlığı insan beyninin
gelişimini önemli ölçüde olumsuz etkileyebilmektedir. İlk doğduğumuz zaman
beynimiz saf potansiyele sahip milyarlarca bağlantısız nöron bulundurur. Bu da
bizi bir yandan bebeklikte bakıma muhtaç bırakırken diğer yandan inanılmaz bir
esnekliği de beraberinde getirir. Bir hayvan yavrusu doğumdan hemen sonra
ayaklanıp nörolojik programının gerekliliklerini yerine getirebilirken uyum
potansiyelini ve daha fazlası olabilme ihtimalini de beraberinde yok eder.
Mesela bir penguen yavrusu kutuplara bir insandan çok daha iyi uyum
sağlayabilirken aynı şekilde ekvatorda yaşamını sürdüremez. Fakat insan beyni
barındırdığı potansiyel sayesinde her iki ortama da uyum sağlayabilir.
İlk kısımda da söylediğim gibi yeni doğan bir insanda birbiriyle
bağlantısız milyarlarca nöron bulunur. Yaşamının ilk iki yılında aldığı duyusal
bilgilere bağlı olarak nöronlar arası bağlantılar hızlı bir şekilde kurulur.
İki yılın sonunda bebekteki sinapsların(nöronlar arası bağlantı) sayısı yüz
trilyonu aşarak, bir yetişkinde ki sinaps sayısının iki katına ulaşır. Burada
beynimiz en yüksek noktasına ulaşmış ve ihtiyacından çok daha fazla bağlantı
kurmuştur. Bundan sonraysa beyin kullanılmayan nöral bağlantıları “Budama”
yöntemiyle ortadan kaldırır ve kullandığımız bağlantıları da deneyimlerimize
bağlı olarak devamlı güçlendirir. Bu yüzden küçük yaşlarda zihnimize kazınan bir
nöral bağlantı ağacın köklerinin zamanla derinleşmesi gibi güçlenecek ve
yerinden söküp çıkarılması daha zor bir hale gelecektir.
Bazen psikolojik
hastalıklarda çocukluktan gelen yanlış nöral bağlantılarının etkisi gözle
görülebilir ve çoğu zaman danışanda bunun farkındadır. Ama yine de kendisine
bile anlamsız gelen bu davranışları yapmaktan kaçınmak onun için çok zordur.
Çünkü kökleri onun varoluşunun başlangıcına kadar ulaşır.
Şimdi bu konuyla ilgili bir örnek vermek istiyorum. Şimdi
gelin birlikte Boston Çocuk Hastanesinde öğretim üyesi olan Dr. Chales Nelson’un
1999’da Romanya yetimhanelerini ziyareti sırasındaki gözlemlerine biraz bakalım.
“Küçük çocuklar herhangi bir duyusal uyarana maruz
kalmaksızın parmaklıklı bebek yataklarında tutuluyordu. Her on beş çocuğa tek
bir bakıcı düşüyordu; bu bakıcılar da, çocukları ağladıklarında bile
kucaklarına almamak, yakınlık göstermemek konusunda kesin talimat almışlardı.
Çocuklar tuvalet ihtiyaçlarını yan yana dizilmiş lazımlıklarda hep birlikte
gideriyor, saçları cinsiyet gözetilmeksizin aynı şekilde kesiliyordu.
Çocukların sadece temel ihtiyaçları karşılanıyor sevgi ve ilgiden mahrum
bırakılıyorlardı.”
Burada gördüklerinden
sonra Nelson Bükreş Erken tedavi programını başlattı. Ve yapılan araştırmalar
sonucu burada yaşayan çocukların IQ puanlarının, genel ortalama olan 100’ün çok
altında; 60 ila 70’ler civarında olduğuydu. Çocukların zihinsel etkinlikleri
aşırı derece de geri kalmış konuşmada da sıkıntılar oluşmuştu.
Ancak eğer bu çocuklar erken yaşlarda bu kurumlardan alınıp
yeterli uyarıcıya maruz kalırlarsa beyin kendini yeniden düzenleyip olumsuz
etkilerden kurtulabilir. Özellikle 2 yaşından önce bu kurumdan alınırsa
gelişimi normal düzene dönme ihtimali çok yüksektir. Bu da bize çocukluk
eğitiminin insan gelişimi üzerinde ne kadar önemli olduğunu göstermektedir.
Çocuklar donmamış beton gibidir, üzerlerine ne düşse iz bırakır. (Haim Jinott)
KAYNAKÇA
Eagleman, D.(2015). Beyin: Senin Hikayen. İstanbul: Domingo Yayıncılık.
YAZAR: Muhammet KAZANCI
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder